1989 yılında, daha sonra 8-9 defa daha gideceğim Japonya’ya ilk kez gitmiştim.
Benim için inanılmaz heyecanlı bir deneyim, adeta bir rüya idi. Hocam Kumagai Kenji Shihan beni davet etmişti.
Üniversite yeni bitmiş ve askerlik hizmetimi de çok yeni tamamlamıştım. İstanbuldan Japonyaya doğrudan uçuş olmadığı için Singapur aktarmalı gitmiştim.
Aikikai Honbu Dojodaki ilk dersime katılmak için Hocam Kumagai Shihan ile evden çıkmıştık. Shinjuku istasyonu Doğu çıkışından çıkmış yaklaşış 20 dakika yürümüştük. Bir yere geldiğimizde Kumagai Shihan bana yoldaki bir mermeri işaret etti. ‘Yazıyı tanıdın mı ?‘ dedi. Kanji alfabesi ile beyaz bir mermer direğinin ( yaklaşık bir insan boyundan azıcık kısa idi ) üzerindeki yazılardan sadece Aikido Kanjilerini seçebildim. O sokağa girdik. İleride bir binanın önünde bir kaç kişi vardı. Bir kişiyi hemen tanıdım. Resimlerinden gördüğüm Doşu Kişomaru Uyeşiba ( Kishomaru Ueshiba ) idi. Kumagai Şihan beni o yana doğru götürerek Kişomaru Doşuya takdim etti. Ben eğilerek selam verdim. Doşu bana yarı uykulu imişçesine sadece şöyle bir baktı ve bir şeyler mırıldandı.
Honbu Dojoyu bu ilk ziyaretimde, bugün artık hayatta olmayan büyük ustalarla çalışma imkanım oldu. Aradan geçen 30 yıldan sonra düşünüyorum da bu hocalardan hangisi beni daha çok etkiledi acaba.
O dönemde hombu dojoda ders veren Şihanlar kendi bir kaç tane ukelerinin dışında pek kimse ile teknik göstermezlerdi.
Yamaguçi ( Yamaguchi ) Şihan pek çok kimse tarafından çok beğenilen bir Şihan idi. Ben nedense onun derslerinden çok mutlu olmazdım. Elbette elimden geldiğince dersine girmeye çalışırdım. Ama sade ve etkili, başı sonu belli olan tekniklerle çalışmaya alıştığım için onun yaptıkları benim çok benimseyebileceğim bir tarz değil idi. Ukenin bir parmağını yakalar oradan oraya savururdu ama bağlantıyı kaçırmazdı. Ya da mesela çok bilinen bir teknik olan ‘Eridori nikyo ura‘ yapar ama ellleri ile rakibin elini kontrol etmek yerine ellerini yanında sallandırır sadece üst bedeni ile ukeyi yerde tutardı.
Dediğim gibi çok da benimseyebildiğim bir tarz olmadı. Belki de anlamaya henüz hazır değil idim.
Içihaşi ( Ichihashi ) Şihan iri gövdesinin yanında çok ince bir ruha sahip idi. Sesi de ince idi. Daha önce Türkiye’ye geldiği icin tanışıklığımız vardı. Bu nedenle olsa gerek derslerde yanıma gelir benimle özel ilgilenirdi. Bir kaç kere de dersten sonra beni çay içmeye davet etti. Honbu Dojonun hemen yakınında ‘Dahlia’ isimli bir Cafe vardı, oraya otururduk. Çok az ingilizce bilmesine karşın yine de sohbet etmeye çalışırdık. Roma mimarisindeki mermer sütünlarına benzeyen gövdesine karşın çok nazik bir insandı.
Sasaki Şihan bir Şinto rahibi idi. Din adamı idi. Derslerde inanılmaz uzun konuşurdu. Tabi ki Japonca konuşurdu ve ben hiç bir şey anlamadan dinlerdim. Hava sıcak ise sorun değil ama soğuk havalarda ( Honbu dojonun pencereleri ve acil çıkış kapısı her zaman açıktır.) üzerimde donan terden çok üşürdüm. Bir an önce konuşması bitsin de çalışarak ısınayım diye beklerdim. Daha sonra Shodo Shima ( Şodo Adası )da bir kampta biraz daha yakından tanıma imkanım oldu. Benimle ilgilendi. Sorular sordu. Tanımaya çalıştı. Benim hocam Kumagai Şihan ile pek iyi geçindiklerini söyleyemem ama yine de bana karşı çok nazikti. Kendi kaligrafi çalışmalarından bir kaç tanesini bana hediye etti. 1990’lı yıllarda İstanbul Leventteki dojomda Şomen’de ( Shomen ) asılı olan bu kaligrafik çalışmalardan en güzelini, dojodan taşınırken yakın ve yaman bir arkadaşım çaldı. Kim olduğunu biliyorum ama ben utandığım için ona bir şey diyemedim.
Sasaki Şihan ile ilk konuşmamızda bana üniversite öğrencilerinin tercümanlığında ‘Kimsin’ diye sordu. Ben de adımı söyledim, Türkiyeden geldiğimi söyledim. Bana baktı. ‘Ben Sasaki. İnsan Sasaki’ dedi. Sanırım insan olmanın diğer özelliklerden önde geldiğini ifade etmek istedi. Çok güçlü kolları vardı. Ama beni en çok etkileyen Şinto ritüellerden birisi olan derse başlamadan okuduğu bir çeşit ilahiler idi. Sesi öyle bir çoğalırdı ki dojonun içinde, şiddettinden birazdan tavan yıkılacak gibi hissederdim.
Çok güçlü kolları vardı. Ama beni en çok etkileyen Şinto ritüellerden birisi olan derse başlamadan okuduğu bir çeşit ilahiler idi. Sesi öyle bir çoğalırdı ki dojonun içinde, şiddettinden birazdan tavan yıkılacak gibi hissederdim.
Kişomaru doşu bir japon için bile çok ufak bir fiziğe sahip idi. Derste arada kaybolurdu. Farkında olmadan antrenmanda bir kaç kere çarptım ona. Sabah 6.30 derslerine katıldığımda rahatça çalışırdım ama Cuma akşam olan dersinde kalabalıktan ötürü teknik yapmak nerede ise imkansız gibi idi. Sabah dersinde derse gelenler Japonlar idi. Cuma akşamki derste çok fazla Japon olmayan kişi olurdu.
Kişomaru Doşunun derslerinin bir özelliği de çoğu kez ders veren diğer Şihanlar da dersine katılırdı. Bu sayede eğer şanslı iseniz onlardan birisi ile çalışma imkanı olurdu.
Beni en çok etkileyen tarafı, oldukça ileri yaşına karşın hareketi yaptıktan sonra konuştuğunda sesi hiç dalgalanmazdı.Nefes nefese kaldığını hiç görmedim.
Honbu dojoda tanıdığım, Aikido dünyasının bildiği insanlardan birisi de Fujita Sensei idi. İlginçtir ki özellikle Avrupada yaydığı imajın aksine hombu dojoda Şihan değildi. Ders vermezdi. Yine ‘Aikikai Genel Sekreteri’ diye tanıtılmasına karşılık böyle bir ünvanı da yoktu. Yıllar sonra Bulgaristan, Sofyada uluslararası bir toplantıda dersine de girdim. Doğrusu çok etkilendiğimi söyleyemem.
Honbu Dojo’da en saygı duyduğum hocalardan birisi Osawa Şihan idi. Bugün Honbu dojoda ders veren Osawa Şihan’ın babası olan Osawa Şihan bazı günler saba 6.30 dersini verirdi. O kadar yaşlı ve ince idi ki adeta doginin içinde kaybolurdu. Belli başlı teknikerin dışında teknik göstermezdi. Ama bende büyük hayranlık uyandırmıştı.
Artık bugün hayatta olmayan bu Hocaları tanımamın, kendilerinden eğitim almamın üzerinden 30 yıl geçmiş.
Hepsini minnet ve saygı ile anıyorum.